Siyaset

Kılıçdaroğlu'na Başbuğ'dan teklif var

İlker Başbuğ "Atatürk milliyetçiliği ve kapitalist sistemin sorunları" başlıklı bir yazı kaleme aldı

İlker Başbuğ "Atatürk milliyetçiliği ve kapitalist sistemin sorunları" başlıklı bir yazı kaleme aldı

 

Cumhuriyet'te yayınlanan yazının tamamı şöyle:

Anayasanın 2. maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.

 

Türkiye Cumhuriyeti’nin bağlı olacağı “Atatürk milliyetçiliği” nedir?

Atatürk milliyetçiliği her şeyden önce Ernest Renan’ın millet tanımına dayanmaktadır.

Renan, ortak geçmişten gelen, bir arada yaşama arzusu içinde olan ve ortak bir geleceğe yönelme isteğine sahip olan insan topluluklarını millet olarak tanımlıyordu. Renan, ırk ve din gibi faktörlerin milleti tanımlamada esas alınmasına eleştirel bir şekilde yaklaşıyordu. 

“Medeni Bilgiler” kitabında Türk milliyetçiliğinin nasıl tanımlandığını da hatırlatmak uygun olacaktır:

“Türk milliyetçiliği, ilerleme ve gelişme yolunda ve uluslararası temas ve ilişkilerde, bütün çağdaş milletlerle paralel ve onlarla ahenk içinde yürümekle beraber, Türk sosyal topluluğunun özel karakterini ve başlı başına bağımsız kimliğini korumaktır.”

Görüldüğü gibi Atatürk milliyetçiliğinin üç temel unsuru vardır:

  • Türk milletinin bağımsızlığını ve özel karakterini korumak,
  • Ülkenin ilerlemesi ve gelişmesi için çalışmak,
  • Çağdaş milletlerle ahenk içinde yürümek.

Anayasada “toplumun huzuru”, “milli dayanışma” ve “adalet anlayışı” konularına da dikkat çekilmektedir.

Toplumun huzuru için iki konunun öne çıktığı ortadadır.

Bunlar bütün vatandaşların refahına odaklanılması ile temel güvenlik ihtiyaçlarının karşılanmasıdır.

Bugün, “demokratik kapitalist” sistemin uygulandığı ülkelerde toplumun refah seviyesinin/yaşam standartlarının yükseltilmesi konularında bazı ciddi sorunların olduğu ise yadsınamaz. Bu sorunlar ise şunlardır:

  • Emek gelirindeki eşitsizlik ve
  • Sermayenin mülkiyetinde ve ondan doğan gelirin dağılımındaki eşitsizlik.

Bugün dünyadaki emek gelir dağılımına bakılırsa, yüzde onluk kesim üst sınıfı, yüzde kırklık kesim orta sınıfı ve yüzde ellilik kesim ise alt sınıfı oluşturmaktadır.

En yüksek emek gelirini elde eden yüzde onluk kesim neredeyse emek gelirinin yüzde yirmi beş-otuzunu almaktadır. Bu kesim aynı zamanda toplam servetin de yüzde ellisinden fazlasına sahiptir. Bu oran bazı ülkelerde yüzde doksanlara ulaşmaktadır.

Dünyanın önde gelen ekonomistleri bu gerçek karşısında, “demokratik kapitalizm” sisteminde bir değişikliği zorunlu görmektedirler. Bu sistem özellikle işçi sınıfının ve orta sınıfların ciddi bölümünün ekonomik açıdan uzun süredir görece olarak geriye gidişine neden olmaktadır.

Neredeyse 2500 yıl önce yaşayan, Aristoteles demokrasinin belkemiğini oluşturan güçlü bir “orta sınıfın” önemine dikkat çekmişti.

Çözüm acaba Thomas Piketty’nin önerdiği gibi vergiye dayalı bir sosyal devlet midir?

Piketty vergi sisteminin artan oranlı vergi sistemi olmasını da savunmaktadır.

Bu nedenle bütün dünyada “demokratik kapitalizm” sisteminin karşı karşıya kaldığı sorunlardan çıkış yolunun başlangıcı belki de “orta sınıfın” ekonomik olarak güçlü hale getirilmesinden geçmiyor mu?

Günlük sığ ve anlamsız tartışmalardan uzaklaşmak, bu temel konular üzerinde düşünmeye ve fikirler, çözümler aramaya çalışmak daha doğru değil mi?